Sayfalar

20 Eylül 2011 Salı

Horrible Bosses


Film üç erkeğin yaptıkları işleri göstererek başlıyor.Nick adlı karakterimiz;8 yıldır aynı iş yerinde çalışıp her gün işe en erken giden ve  işten en geç çıkan adamımız.8 yıldır aynı şekilde terfi bekliyor ve başında 2 dakika bile gecikse bunu kameradan gösterecek kadar psikopat bir patron bulunmakta ki o da afişte de gördüğünüz gibi Kevin Spacey.Bir diğer karakterimiz olan Dale;kendisi diş doktoru olmak istemiş fakat becerememiş diş asistanı olmuş.Sapık bir patronu var ve burada çok güzel bir göndermeye yer veren erkeklerin kadınları taciz etmesi gibi bir olayı ti ye alan kadınların erkekleri taciz etmesi yer alıyor. Dale'nin patronu bir bayan ve ciddi manada sapık fantazilere sahip sürekli Dale'yi hem sözlü hem de fiziksel olarak taciz etmeyi kendine amaç haline getirmiş. Bu kişi de Jennifer Aniston oluyor.Kurt adlı son karakterimize gelirsek o da kimya ile ilgili bir işte çalışıyor,patronunu çok seviyor ama patronunu serseliğine düşkün bir oğlu var ondan hiç memnun değil.Patronu vefat edince oğlu işin başına geçiyor ve Kurt'un işten nefret etmesini sağlıyor. Nefret ettiği kişi ise evrim geçirmiş olan Colin Farrell.

Filmin genel konusundan bahsettikten sonra karakter analizine devam edeyim.Bu 3 eski arkadaş,mutlular fakat patronlarından da nefret etmeden edemiyorlar.İşlerinden çıkamıyorlar çünkü ortalıkta 50 dolara ne olsa yapacak kadar işsiz var.Her ne kadar para sıkıntıları varmış gibi gözükse de anladığımız kadarıyla evleri ve arabaları var.Komedi sonuçta ne beklenirdi. :) Neyse. Bu 3 arkadaş;Dale'nin patronunun onu tehdit etmesi ve nişanlısıyla arasını bozmak istemesinden sonra patlak veriyor ve Dale bir tetikçi tutup patronları öldürmeyi teklif ediyor arkadaşlarına.Arkadaşları başta çekinseler de bunu kabul ediyorlar ve maceraların startını vermiş oluyorlar.Bunun için Jamie Foxx ile iletişime geçiyorlar.Daha detaylı anlatıcak olursam;pis işlerin döndüğü barları arıyorlar ve zencilerin takıldığı bir yeri öğreniyorlar.Bunu da Kurt'un arabasındaki rehber sisteminden öğreniyorlar bu rehber sistemi hayatlarını kurtaracak ilerleyen zamanlarda haberleri yok tabi. Neyse tanışıyorlar adamımızla ve korkuyorlar 3 beyaz olarak.Öldürmek için belli bi miktarda anlaşıyorlar ve parayı Foxx'muza ulaştırıyorlar.Ama adam meğer katil değil hafiften dolandırıcıymış ve onlara ben sizin danışmanız olurum ve nasıl öldürebileceğinizi söylerim diyor.Bizimkiler kendi başlarına iş yapmaya başlıyorlar.Önce gidip tek tek patronlarının evlerinden kullanabilecekleri şeyler arıyorlar.Evlerin içinde bir sürü macera yaşıyorlar.Sonunda artık bir olay oluyor ve ortalığın daha da karışmasına sebep oluyorlar artık spoilerin şeyini çıkarmıyayım. :)
Karakterlerimizi canlandıran oyuncuların seçimi hakkında bir şeyler diyecek olursam. Bu filme gitmemin en büyük sebeplerinden biri Charlie Day'n oynuyor olmasıydı. İt's Always Sunny In Phildelphia adlı diziden o adamın oyunculuğuna ve güldürü yeteneğine hayranım.İnanılmaz eğlenceli bir karakter ve filmde de ona verilen rol ''cuk'' diye oturmuş vaziyette.Onun olduğu her sahne de güldüm diyebilirim.Nick karekterine gelirsek;Çok fazla filmini izlediğim bir abimiz değil ama bu filmde arada bi donup kalması böyle boş boş bakmasıyla iyi bir oyunculuk çıkarmıştı.Kurt karakterini de dizilerden biliyorum fakat oyunculuğunu değerlendirecek düzeyde bir bilgiye sahip değilim onunla ilgili. Filmdeki oyunculuğu gayet eğlenceliydi onunda.
Gelelim büyük oyuncularımıza.Önce çocuklar ve kadınlar diyerek Jennifer Anistondan başlıyorum.Kendisi tam bir komedi oyuncusudur benim gözümde ki bunun da sebebi Friends adlı 3 kereden fazla izlemiş olduğum dizide gerçekten çok çok iyi bir iş çıkarıp,film sektörüne iyi bir geçiş yapmıştır.Jennifer Aniston öyle çok iyi filmlerde oynamamıştır fakat bu oyunculuğunun kötü olduğunu göstermez,oynadığı tüm filmler de iyi iş çıkarmıştır,filmler iyi iş çıkarmasa da.Burada da gerçekten sapıklığı doruklara çıkarmış her an her şeyi yapabilecek bir hatuna dönüşmüştür.Kevin Spacey;Ses tonunu beğendiğim,oynadığı her karakterin altından kalkabilen nadir oyunculardan.Amerikan Güzeli,K-Pax gibi akıllarda kalan bir çok kült filme imza atmıştır.Burada da deli bir patronu oynarken eminim çok eğlenmiş bizi de o düzeyde eğlendirmiştir.Colin Farrell e gelince kendisinin aksanını severim ve In Bruges filmi ile aklımdadır hep.Evrim geçirdiğini düşündüğüm bir rolde burada ama kendisini malesef çok izleyemedik daha fazla sahnede yer almasını isterdim.Sanırım bunu yönetmende farketmiş olacakki filmin sonunda kamera arkasında kopartan bir iki repliği var.

2011 yılının en iyi komedileri arasında yer aldığını söyleyebilirim.Uzun zamandır gülme düzeyinin bu kadar fazla olduğu bir film izlememiştim.Ki seyirciği çekmek için kullandıkları oyuncu seçimleri de oldukça yerinde. Tavsiye ederim. Ayrıca film bitince hemen kalkmayın sonu da çok eğlenceli.
Soldan sağa;Charlie Day,Jason Sudeikis,Jason Bateman.


15 Ağustos 2011 Pazartesi

The Smurfs


Yönetmen: Raja Gosnell

Senaryo:Peyo, J.David Stem,David N. Weiss

Tür:Animasyon,Komedi.

Yapım Yılı:2011

Süre: 1 Saat 45 Dk.

IMDB Puanı:4.5

Benim Puanım: 6.0
Nasıl başlıyacağımı bilemediğim bir yazı olucak.Çocukluğuma inmemi sağlayan Şirinler yıllar sonra sinemaya aktarılıyor ve 2011 yılına uygun bir şekilde NY Central Park'ta geçen hikayeleri anlatılıyor.3 boyutlu ve normal versiyonları olarak Türkiyeye gelen filmi ben normal izledim ama tabi hepsi türkçe dublajdı çocuklar için olduğu için normal karşıladım fakat bir süre sonra orjinal dilini izleyeceğim.
Filme bir bakıcak olursam.Şirinler köylerinde herzamanki gibi mutlu mesut yaşamaktalar,hazırlıklarını sürdürmekteler.Her şirini bir kez görüyoruz mutlaka,Şakacı,Sakar,Şirine,Uykucu,Sinirli,Bilgili,Cesur vs.Köyde yapılacak şenlikler için provalar sürerken Sakar Şirin garibim o da katılmak istiyor fakat izin verilmiyor ona ona yapmaması gerekenler ve yapması gereken işler söyleniyor.Ama tabi garibim dışlandığından dolayı;''Sakar sen mantarları toplama orası tehlikeli.'' denmesine rağmen o bunu dinlemiyor ve mantarları toplamak için yol alıyor. Bu arada Şirin Baba evinde belli iksirlerle uğraşıyor ve geleceği görüyor o gelecekte Sakar şirin yüzünden başlarına bir çok şeyin geleceğini görüyor.Sakar şirine bakınırken bu arada Sakar şirin çoktan Gargamelin görüş mesafesine giriyor ve kaçmaya çalışırken köyün yerini Gargamel'e göstermiş oluyor. Böylece Gargamel oraya geliyor ve köyü gene dağıtıyor Azman ile beraber,böyle olunca Sakar şirin ne tarafa giderse (ki yanlış tarafa gidiyor.) onu kurtarmak için oraya gidiyorlar ve bir geçite geliyorlar. Oradan Gargamel'e yakalanmamak için geçiyorlar ve maceramızın dozajı burada artıyor. NY Central PARK civarlarına geliyorlar ve orada herkesin How I Met Your Mother adlı diziden bildiği Neil Patrick Harris ile tanışıyorlar.Filmde de kendi ismiyle oynuyor Patrick adlı bir karakteri canlandırmakta. Oyunculuğunu beğendim diyemiyeceğim dublaj izlediğim için adam gibi bir yorum yapamam o yüzden en iyisi ne iyi ne kötü bir şey dememek.Patrick bir kozmetik firmasında terfi etmekle etmemek arasında savaşan bir adamdır ve eşi hamiledir,yakında baba olucaktır ve bunun ayrı bir baskısı vardır üzerinde.Bir de üzerine düşman mı dostmu olduklarını bilemedikleri özünde çok şeker ve her kelimenin başına şirin kelimesini ekleyen mavi cücelerle tanışır evine gelen bir kutuda.Başta birbirlerine saldırsalar da sonra birbirlerine ne amaçla burada olduklarını anlatıp konuyu kavrayınca Patrick ve ailesi onlara bakar ve amaçları için onlara yardımcı olmaya çalışır.
Bu arada Gargamel de bir şekildeşirinleri takip etmiş ve NY'a gelmiştir. Azman'ın ağzından Şirinenin saç kılı çıkar ve Gargamel bununla şirin özü oluşturup NY gibi bir yerde bile büyü yapıcak yer bulur.Bu arada Şirin baba oradan nasıl kaçacaklarını bulmaya çalışırken olaylar daha da karışır.

Filmi kendi açımdan yorumlayacak olursam,ben beğendim,beğenmeme gibi bir durumum olucağını sanmıyorum bir kere animasyon olduğu için çok eleştirilicek bir film olduğunu düşünmüyorum.Dublaj izledim ve yaklaşık 100 çocukla izledim çok eğlenceliydi korkanlar bağıranlar gülenler heyecandan ayaklananlar baya hareketli ir sinema salonundaydım.Dublajı çok güzel yapmışım şirinlerin sesleri çok yerindeydi ve espriler kelime oyunları çok iyiydi.Yukardaki resimde gördüğünüz kareler benim en çok keyif aldığım karelerdi. Şirinlerin çizimine gelince bir tipsiz olsalarda özünde domuz burunlu mavi canlılardı kendileri gene de beğendim. Diyecek pek bir şey yok çocukluğunuzu hatırlamak isterseniz izlemeden geçmeyin.


8 Ağustos 2011 Pazartesi

Before Sunrise ve Before Sunset

  Yönetmen:Richard Linklater

 
  Senaryo:Richard Linklater,Kim Krizan

  Yapım Yılı:1995

  Yapım Yeri:ABD,Avusturya,İsviçre

  Tür:Romantik,Komedi,Dram

  IMDB Puanı:8.0

  Benim Puanım:8.0



Filmimiz trenin içinde başlıyor.Tren de oturan birbirinden habersiz farklı karakterlerimize göz atıyoruz. Bir çift güzelce sohbete başlayıp kavga ediyor,sessizce oturup kitabını,dergisini elinde her ne varsa okuyan kendi halinde bir çok model görüyoruz,kimisinin suratı hüzünlü,kimisi umut dolua bakışlar sergilemekte. Kavga eden çiftimiz bir süre sonra çevreye rahatsızlık veriyor ve yer değiştiren insanlar arasında olan Celine ve Jesse birbirleriyle konuşma mesafesine oturuyorlar.Yavaştan bir sohbettir laf atmadır gidiyor ve bunlar trenin restaurant bölümüne gidip oturup bir şeyler içmeye,sohbetlerine orada devam etmeye karar veriyorlar.Kız kendini tanıtıyor,oğlan kendini tanıtıyor.Burada görüyoruz ki hiç tanımadığın ve çevrenle hiçbir bağlantısı olmayan bir insana bir şeyleri anlatmak çok daha kolay ve tarafsız oluyor. Film yönetmenlik ya görsel bir film değil filmin yüzden doksan beşi diyaloglarla geçmekte ve böylece herkes kendi hayatından,karakterinden bir şeyler yakalayabiliyor.Klasik romantik komedi gibi bir ilerleyişi yok filmin devamının çekilmesi  de bunun en belirgin özelliği zaten.

Karakter analizi yaptığımız zaman;Jesse;belli bir yaştan sonra annesi ve babası boşanmış yani aile düzeni içinde büyümemiş oradan oraya sürüklenen bir çocuk.Çılgın bir karakter olabiliyor yeri geldiğinde ve ikna edici sorular yönetlebiliyor,konuştuğu kavramı sıradışı bir yönüyle eleştirebiliyor sizi şaşırtıyor bu durumda da.Trende yolculuk etmesinin sebebi,sevgilisinin yanına gidiyor ona süpriz yapmaya fakat kendisinin istenmediğini anlayınca ayrılıyor ondan en ucuz trenle viyanaya gitmeye karar veriyor.Jesse rolünü yakışıklı oyuncu Ethan Hawke oynamakta.Oyunculuğuna gelince de kendisini çok izlemiş değilimdir bu yüzden genel bir yorum yapamıyacağım ama fena değildi,yani bazı yerlerde yapmacık gelse de bu kadar diyalog olan bir filmde gene oldukça başarılıydı.
Celine adlı karakterimize geldiğimizde ise;Kendisi babannesini ziyaret etmiş oradan dönüş yaparken karşımıza çıkıyor.Jessenin aile yapısına göre düzenli ve mutlu bir aile çevresine büyüyen iyi aile kızı modunda kendileri.Sakin ve pek maceracı olmayan bir karakter ve standartlarla büyümüş olsa gerekki geniş fikirlere bazen yer veremiyecek dogmatiklikte bir yapıya sahip ve her fırsatta ölümden korktuğunu dile getirmekte.
Oyunculuk olarak çok tatlıydı böyle pasif bir karakter gibi ama arada gaza gelip çılgınlıklar yapabileceğini iyi gösteren bir karaktere bürünme işinin altından iyi kalktı. Nasıl bir cümle yazdım acaba olsun sıcaklardan diyelim geçelim arkadaşlar. Jesse rolünü ise Julie Delpy adlı güzel bayan oynamış.
Filmin spoiler gibi olan kısmından bahsedeyim biraz.Trende Celine ve Jesse sohbetine devam ediyor fakat bir süre sonra Jesse'nin inmesi gereken istasyona varıyoruz. Jesse dayanamıyor '' Benimle in beraber Viyanayı dolaşaım.'' diyor Celine adlı hatunumuza.Kız başlarda naz yapıyor fakat sonra Jesse onu romantik bir şekilde ikna etmeyi beceriyor ve iniyorlar. Bir gün sonra adamın ucağı var bu bir günü iyi değerlendirmek zorundalar ve film zaten bu 24 saat içinde olanları anlatmakta.Sürekli konuşuyorlar,farklı konuları ele alıyorlar romantik dakikalar yaşıyorlar derken bunları dönme vakti geliyor ve hüzünlü bir ayrılış oluyor. Birbirlerine söz veriyorlar 6 ay sonra belli bi saatte belli bir istasyonda buluşacaklarına ve böylece ikinci filmin kapıları açılıyor.Şimdi sıra ikinci filmimizde,yalnız enteresan bir durum var benim merak ettiğim ve açıkcası araştırmadığım bir konu ikinci film niye bu kadar geç vizyona girdi aralarında 9 senelik bir zaman farkı var,acaba bilerek böyle yaşlanmış modda olmak için mi geçirdiler bu süreyi bilemedim neyse.


BEFORE SUNSET
Yönetmen ve senaryo gibi şeyleri tekrar yazmıyacağım kadro tamamen aynı yönetmen ve senaristte ilk filmle aynı kişiler,tek fark süre ve imdb'de aldığı puan oda 8.1 ben de öyle vereyim hadi.Pek emin olamıyorum romantik komedi filmlerine puan verirken bana çok basit geliyorlar pek tarzım değil ama bu film romantik ve devam filmi çekilen enteresan bir kurguya sahip olduğu ve diyalogların boş olmadığını varsayarsak 8i hak etmiş olabilir.
Bu filmde anlatılanlar ise,çiftin acaba 6 ay sonra o istasyona buluşmaya gelebildiklerimi gelemediklerimi.Film Jesse'nin Pariste bir kitap evinde yazdığı kitabı imzalaması ve Celine'n imza gününün sonunda dükkanda belirmesiyle başlıyor.Jesse çok şaşırıyor ve akşam ki ucağına kadar gene vakit geçirecekleri bir süreye sahip oluyorlar.Burada öğreniyoruz ki Celine 6 ay sonra oraya gelememiş çünkü geleceği gün babannesinin cenazesi varmış.Jesse başta gelmedim desede onun da sonradan oraya geldiğini ve onu saatlerce beklediğini öğreniyoruz. Tabi şu anki zaman dilimi bu olanlardan 9 sene sonra,Jesse evlenmiş mutlu bir evliliğe sahip değil çocugu olmuş ve doyum noktasına ulaşmış aynı ilk film de dediği gibi.''Şu an benimle bu trenden inmezsen ilerde biriyle evlenip mutsuz bir evlilik yaşayıp hayatına giren insanları düşünerek aklına beni getirceksin.'' durumuna gelmiş.Celine ise yüksek lisansını yapmış ve Fransa'da evinde yaşamakta.Mutsuz ilişkiler yaşamış Jesse'yi unutamamış ama klasik unutmuş numarası yapmakta. İkiside birbirleriyle bunları konuştuktan sonra yavaş yavaş ayrılık vakti geliyor ve filmimiz süpriz bir sonla bitiyor.İzleyiciye bırakılmış bir son diyeyeim izlemek isteyenler için. Gerçi yeteri kadar spoiler verdim. Filmde hayata dair bir çok gönderme vardı.Yani seçimlerimiz ve seçimlerimizden sonraki mutlak kadere insanların bir yerden sonra çözüm bulamadığı ve her şeyin olması gerektiği gibi olduğu bir durum söz konusu.Eğer Celine'n babannesi o günlerde vefat etmemiş bir gün önce ya da bir gün sonra olsaydı hayatları çok daha farklı olabilirdi.Ufacık gibi gözüken bir seçimin insanın bir ömrünü etkilemesi denilen şeye bence hayat diyoruz bu yüzden bu filmi kaçırmamanızı öneririm.

29 Temmuz 2011 Cuma

J'ai tué ma mère (I Killed My Mother)

Yönetmen: Xavier Dolan

Senaryo:Xavier Dolan

Oyuncular:Xavier Dolan,Anna Dorval,François Arnaud

Tür:Biyografı,Dram

Yapım Yılı:2009

Yapım:Kanada

Dil:Fransızca

IMDB Puanı:7.3

Benim Puanım:7.7

Xavier Dolan'ın ilk filmi 2009 Cannes film festivalinin gözde filmlerinden ve ondan sonra bir çok festivalde gösterildi, 19 yaşındayken yönettiği oynadığı ve kendi hayatından otobiyografik nitelik taşıyan bu film gerçekten önümüzdeki yıllarda Dolan'ın ne gibi eserler çıkaracağının sinyalini vermekte. Filmden biraz bahsedecek olursak;Homoseksüel ve annesiyle sıkıntıları hiç bitmeyen ergen bir çocugu canlandırmakta.Kendi dünyasında sürekli gidip gelen ve kimseyle konuşamayacak kadar farklı olduğu için kendini bir odanın içinde kameraya çeken onunla dertleşen bir cocuk,okulda ise annesi ve babasının olmadığını söyleyecek kadar ailesinden uzaklaşmış bir karakter.

Anneye gelirsek anne aslında çok sakin biri gibi gözükmekte yani bir sorunu olmayan sadece çocugu ergen olduğu için anneyle anlaşamayan bir model gibi gözüküyor başlarda fakat sonra annenin dengesizliklerini ani parlamalarını ve birden sakinleşmesini izliyoruz.Bu karakterin çözümlemesi aslında çok derin bence. Kendi annesi hasta bir kadınmış ve bu durumda yetiştiği tarzdan dolayı o da böyle hasta bir anne olmuş,kendisi zorluklarla büyümüş travmalar yaşamış ve oğluna annelik yapabilecek bir insan olmamış, zaten kocasıyla 10 yıl kadar önce boşanmışlar ondan sonra bu oğlan ona kalmış.Yani çocukluğa inme durumu bu durumda ortaya çıkıyor gerçekten kadın iyi bir çocukluk geçirememiş karakteri iyi anne olucak kadar iyi değil,bu durumda Hubert karakterini canlandıran Dolan'da iyi bir karakterle yetişemeyecek havası verilmiş filmde.


Oğlan annesiyle kavga ettikçe arkadaşım dediği fakat sevgilisi olan Antoin'in yanına gider ve onun annesine özenir,onun anneside normal bir aile yapısına sahip değildir aslında,oğluyla aynı evi paylaşırken oğlunun gözü önünde ilişkisi olduğu insanla öpüp koklaşabilecek kadar rahat bir kadındır ama bunu yanında Hubert'in annesiyle yapamadığı bir şeyi yaparlar,kadın oğlu olan Antoinle çok çok iyi anlaşır ve Hubert huzur bulur kafa 
dağıtır.

Hubert'in annesiyle olan sorunlarının dozu artmaya başladıkça bunu okuldaki öğretmenide farkeder ve ona yardımcı olmaya çalışır,Hurbert bir iki kere öğretmenin evinde kalmak zorunda kalır ve filmin sonuna doğru öğretmeninde bizim oğlana biraz aşık olduğunu anlar gibi oluruz.
Bir süre sonra bu sorunları çözemeyeceklerini düşünen anne ve baba bir araya gelip ortak bir kararla Hubert'i yatılı okula götürmeye karar verirler orada da sorunlar daha büyür okuldan kaçar ve Antoinle çocukluğunda oturduğu eve gitmeye karar verir.
Filmi ve oyunculukları eleştirecek olursam eğer,Xavier Dolan'ın oyunculuğuna Heartbeats adlı filmi izleyerek hayran kalmıştım burda onun oyunculuğu daha baş sıralarda ve daha çok yer aldığı için bu filmde gerçekten yazarlığı ve yönetmenliği dışında yapacağı filmlere oyuncu bulmasına gerek kalmayacak kadar iyi oynadığını göstermiş bizlere.Yönetmenliğine gelirsek;tarzı bir çok yönetmene benzesede kendine ait bir tarzı da var ve çok hoş bi tarz bu sizi filmde yakınlaştırıyor,müzik seçimleri gene çok güzel olmuş yeri ve sözleri o anki ortamla çok uyumlu.Gerçekten izlenilesi bir film olmuş.

26 Temmuz 2011 Salı

Transformers:Dark Of The Moon

   Yönetmen: Micheal Bay

   Senaryo: Ehren Kruger

   Yapım Yılı:2011

   Yapım: ABD

   Süre:2 saat 37.dk

   Tür:Aksiyon,Bilimkurgu,Macera

   IMDB Puanı:7
 
   Benim Puanım 6.5


Filmin konusunu zaten iki filmi izlemiş olanlar bilir,eğer ilk iki filmi izlemediyseniz bu filmi izlemenizin çok bi manası olmayacaktır,gerçi bence iki filmi izlemiş olsanızda bu film kadar manasız bir film olmayacaktır izlemeseniz bişi kaybedeceğinizi kendi adıma gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.Filmin konusundan bahsedecek olursak,Dünyamızda geçmişte Ay'a yolculuk sırasında keşfedilenler esnesinde günümüze gelene kadar birçok dosya saklanmış,günümüzde bu keşfediliyor ve dünyamızı ele geçirmeye çalışan üstün yaratıklarla yapılan savaşı anlatıyor ve bu savaşla baş etmeye artık bizim Optimus ve ekibi yeterli olmuyor,hem askerler hem bizim ekip savaşıyor bunu anlatıyor filmimiz.
Kadroya baktığımız zaman ise Optimus ve ekibi zaten aynı anca renkleri falan değişmiştir. Ana karakterimiz de aynı  Shia Labeouf adlı arkadaşımız oynamakta.Oyunculuğunu pek eleştiremiyeceğim çünkü Transformers serisi dışında izlemedim bu seri de de öyle sakin bir sahnesi ya da oyunculuğu ön plana çıkaracağı bir sahne olduğunu düşünmediğim için pek yeterli eleştiride bulunamam.Son film için gereksiz bağırmaları ve fazla yapmacık hareketleri vardı beğendiğimi söylememiyeceğim.Kadroya yeni giren ve Grey's Anatomy dizisinden bir çoğumuzun bildiği Beyin Cerrahımız Derek Sheperdla(Patrick Dempsey) karşılaşmak beni çok sevindirdi,sevdiğim bir oyuncu kendileri diziyi de çok severdim zaten araya onuda katıp izlemeyenlerin diziyi en kısa sürede izlemesini tavsiye ederim.Hele doktor olacak adaylar varsa.
Sonra bir diğer yakışıklımız Las Vegas gibi dizilerle adını duyurup bir çok filmde yer almış olan Josh Duhamel filmde fena değildi.Genelde zaten tipi olduğu için insanlar başka birşeyine dikkat etmiyor.
Filmde en çok hoşuma giden kısım ise John Malkovic'in filmde yer almasıydı çok özlemişim onu ve oyunculuğunu,takıntılı bir patronu canlandırmakta kendisi bu filmde.
Gelelim filmin konusu ve nasıl olucağından öte özellikle erkekler için merak konusu olan rol olan bizim Sam'ın sevgilisi rolündeki hatuna.Yanlış bilmiyorsam kendisi Jason Statham'ın sevgilisi ya da nişanlısı bir şeyiydi işte. Ben aksanı dışında rolünü ve tipini beğendiğimi söyleyemiyeceğim,Megan Fox çok daha iyiydi ille bi mankenimsi kadın oynayacaksa bu rolü.

Gelelim biraz filmin detaylarından,üç boyutlu olarak vizyona girdi ama ben 3 boyutlu izlemediğime sevindim.Sinemada izledim ama üç boyutlu salon değildi. En son karayip korsanlarını izlemiştim ve orada bir kere daha üç boyutun bana göre olmadığını ya da memleketimizdeki teknolojinin daha bunun için uygun olmadığını anladım.Gözümü yormaktan ve filmde odaklanamamaktan başka bir etkisi yok benim üzerimde.Transformers için dersek eğer iyiki izlememişim çünkü bu sefer nedense bizim mekanik arkadaşlarımızın rengi birbirlerine girdi,çekimlerden dolayı olsa gerek ortalık karıştı kim nerde kiminle dövüşüyor belli değildi.Diğer filmlere göre zaten ekşın dolu çok fazla sahne olduğunu düşünmüyorum.Bu tarz başı sonu belli olan filmlerin 2.saat 30dk civarlarında olmasına tahammül edemiyorum,ilk yarı sıkıntıdan başka birşey vermedi.İkinci yarı ekşın başladı fakat o kadar saçma gittiki film,bir binaya ulaşmaya çalışıyorlar çok kolay bir yolu oldğunu filmin sonunda görüyoruz ama 40 dk bununla aptalca çözümler bulunarak uğraşılıyor.Sonu zaten belliydi ona alışığız bu tarz filmlerde fakat sunuş tarzı çok önemlidir bu tarz filmlerde ama bana göre o da yoktu bu filmde. Canımız Sam'imizin sevgilisi ise bir karede siyah topuklularla koşerken aynı kare değiştiği zaman siyah babetlerle koşar falan oldu tamam hani saniyelik birşey ya da topuğu çok inceydi ben onu babet sandım ama bu da benim filme ne kadar uyuz kaptığımı ve olumsuzluk bulmak için bir tarafımı yırttığını gösterir sanırım,sadece iki filmi izlemiş biriyseniz izlemek için çerez niyetine izleyebilirsiniz bence tabi.

25 Temmuz 2011 Pazartesi

Les amours imaginaires (Heartbeats)

 Yönetmen : Xavier Dolan
 Senaryo :    Xavier Dolan
 Tür: Dram,Romantik.
Yapım:Kanada
Süre: 1saat 35dk.
IMDB Puanı : 6.9
Benim Puanım 7.2




Filmimiz başladığı sahne itibariyle durgun bir film gibi gözükmekte,festival ve bağımsız tadında olduğu zaten belli ki herkesin film zevkine göre çekilmiş bir film değil zaten. Sakin başlıyor ve tüm film özünde sakin gidiyor fakat,müziklerle o manzaralarla,kıyafetlerle o kadar güzel akıcılık sağlanmış ki sıkmıyor.Film 3 karakter etrafında dönüyor aslında bana göre sadece filmin yazarı yönetmeni ve oyuncusu olan Xavier Dolan üzerinde dönüyor biraz onun dünyası ağırlıklı anlatılmakta hafiften.Üç kişi var 2 erkek 1 kız.Erkeklerden biri Francis romantik,hayalci ve aynı zamanda da mesafeli bir gay.Maria erkeklerden hoşlanan yani standart bir bayan ve yakın arkadaşı Francis.Filmin ortalığı karıştıran karakteri ise Nicolas,film boyunca onun gay mi yoksa kadınlardan hoşlanan biri ya da ikisi mi olduğunu anlayamıyorsunuz.Ki zaten bu bazı sahnelerde izleyiciye bırakılmış birşey. Film Francis ve Maria nın hayatına Nico girdikten sonraki davranışlarını,çaktırmadan rekabetlerini ve Niconunda bunu sevmesi ve bununla beraber yaşanan olayları neden ve sonuçları anlatıyor. Bunları anlatırken de ilişkilerinde başarısız olmuş bay ve bayanlardan böyle 2-3 dakikalık paragraflar,iç dökme seansları gibi tek kişilik sohbetler görüyoruz.Sorunlu ilişkilerin nasıl kötüleştiği insanların kendini nasıl eleştirdiği bu sebeple bitti demeleri vs herşeyden bir parça bulabiliyorsunuz.

Karakter analizi yapıcak olursam: Francisi oynayan filmi yaratan adamı çok seviyorum Xavier bi kere çok tatlı artı gerçekten yaşayarak oynamış olsa gerek oyunculuğunu her yönden çok beğendim.Karakterimiz Gay ve hafiften eli ayağı dolanacak ama bi o kadar da ağır başlı olabilecek bir Gay.Marianin bi kısımda bahsettiği gibi o çok hayal kurar insanlar hakkında olmadık hayaller kurar ve kaptırır kendini gibi birşey demişti,aynen öyle bi karakter bi umut alırsa karşı taraftan sonuna kadar gidebilecek herşeyi riske edebilecek bir tip.

Maria'dan bahsedecek olursak,o da çağına ya da yaşıtlarına göre daha klasik ve yaşını büyük gösteren şeyler giyen sigarayla neredeyse beslenen bir arkadaşımız,o da duygusal ama belli etmeden yaşayan biri ki bunuda şu sözlerle çok güzel özetler;sigara beni ölene kadar hayatta tutar,sigara içtikte kendimi susturur,duygularımı saklarım der.Ama iş aşk olunca herkes bir yerden sonra mantıktan sonraki gerçekliğe geçiyor.
Marie ve Francisin arkadaşlığından biraz bahsedecek olursam;aslında bence en iyi arkadaşlık modeli,hani kötü bana da söylemiyorum ama en ideal hali bence arkadaşlığın uzun ömürlü olması için.bir kız bir erkeksen eğer arkadaşlığın ileri safhalarında insanlar boşluğa düştüklerinde birbirlerine en çok anlaştıkları dostum dedikleri insanlara sarkabiliyorlar. bu arkadaşlıkta bu olucak bir durum değil ama bu böyle değil diye sorunlu olmayacak da değil ki filmde bunu anlatıyor zaten,ikisi aynı erkekten hoşlanıyorlar,bu da çok olası bir durum o yüzden ideal gibi gözüken arkadaşlığında garantisi yok aslında. Birbirlerine özünde çok değer veren iki insanlar ama bu bir gerçek sadece aşk gibi mantığın sınırlarını aşan bir duygu girince biraz ekşın ooluyor o kadar.


Nico ise;çözümlemeye en açık karakterimiz ki filmin kopma noktasıda bu karakterin geldiği andan başlar.Çocuğun öncelikle ne olduğunu anlayamıyorsunuz yani erkeklerden mi hoşlanıyor kadınlardan mı yoksa ikisinden mi bilemiyorsunuz ki zaten bu hava verilmiş.Oyunculuk olarak çok bişey gördüğümü söyleyemiyeceğim ama bu tarz filmlerde oyunculuktan öte anlatılan konunun veriliş tarzı,müzikler ve çekimler daha ön planda olur filmi hissetmemiz için o yüzden oyunculuklara takılmıyorum. Bu karakterimiz bence ne istediğini bilemeyen bir modeldi.

Filmin kendisinden bahsedicek olursam eğer;Filmin çekimlerini 21 yaşındaki X.Dolan yapmıştır ve 2.filmi olmasına rağmen bence Kanada gibi soğuk bir yeri samimi bir ortam haline getirebilmiş.Çekimler çok güzel. Fonda çalan parçalar çok çok iyi bu filmi izlemeseniz konusunu beğenmeseniz bile,sanki playlistinizi hazırlamışsınız giib filmi altta pc de açıp dinleyebilirsiniz.Kıyafetler çok tatlı renklerde olmuş ve filmin havasını güzelleştirmiş:

Filmde hoşuma giden bir iki cümle yazıcam buraya;
-Onu arayamazsın,onunla konuşamazsın,ona yazamazsın,artık bitmiştir.Onun gittiği bir yere gidemezsin.Bu bende 1 yıl sürdü.Sonrasında atlattım ama eğer şanslıysan bu daha kısa olabilir;2 ay,2 hafta,2 gün.
Burada gerçekten ilişkiyi atlatmanın çok net bir özeti var aslında evre evre,önce onunla beraber gittiğin mekanlara gidemezsin,onla ilgili arkadaşlarına birşeyler anlattığın mekanlara bile gidemezsin.Belli evrelerden gececeksinki hazmedip unutma yoluna gidesin.
-Aramızdaki mesafelerdi sevgimiz,zorluklari aşıp uçaktan inip buluşmaktı bizim aşkımız,mesafe bitince sevgide bitti artık aşıcak okyanuslar olmayınca aşkta bitti.
Gerçekten insanların bazen sevdiği kişiye duyduğu sevgiden öte onu elde etmek için uğraştıklarına duyduğu sevgidir.

-Bazen bilgisayar başındayken paniğe kapılırım,endişelenirim.Her yenile tuşuna her bastığımda bir kişi ölse bu dünyada kimse hayatta kalmazdı.
Burada kadın aşık olduğu adama çok bağlı,tabi karşılıksız ya da bitmiş bir ilişki bu .Onun zamanında nerde ne yaptığını bildiği için o mekanlara gidemez olmuş,rutin yaptığı birşeyi o gün yapmazsa merak eder olmuş ister istemez kendi hayatından çok aşık olduğu kişinin yaşamına,yaptıklarına bağlı olmuş ki sanal ortama yapılan gönderme çok güzel burda. Hepimiz bunu en az bir kere yapmışızdır sevgili adayımız ya da eski sevgilimizin Facebook'u varsa işte online mı ne paylaşmış en son kimle resmini koymuş vs. gibi.
-Bu beni en çok etkileyen sözlerden biriydi;Ben zayıfım;eğer birine değer vermişsem daima her konuda o haklıdır. Bunu çok yapıyoruz işte.
İzlemek isteyenler için iyi seyirler.

24 Temmuz 2011 Pazar

FOUR ROOMS

  Yönetmen: Allison Anders,Alexandre Rockwell,Robert Rodrigez,Quentin Tarantino
  Senarist: Allison Anders,Alexandre Rockwell,Robert Rodrigez,Quentin Tarantino
  Tür:Komedi
  Yapım:ABD
  Süre:1.saat 38dk.
  IMDB Puanı:6.4
  Benim Puanım: 7

  4 bağımsız yönetmenin 4hikayesinden oluşmaktadır.Hepsinin içinde bol bol telafuz edilen The Bellhop adlı karakterimiz Tim Roth'n toy hali bulunmakta.4 farklı oda var ve 4 farklı olay dönmekte.




İlk oda baya kalabalık bir kız grubunu ağırlamaktadır,Bellhop Ted'in ilk günüdür ve o odanın içinde Madonnayı görürüz genceciktir ve yanında 3-4 güzel kız daha vardır odada toplanma amaçları ise cadılar kumpanyası Tanrıça Diana'nın ruhunu çağırma uğraşıdır.Bunun için çok enteresan şeyler katarlar kazanın içine;bir kızın biriktirdiği 1 yıllık gözyaşı,bir erkeğin spermi,birinin teri vs. gibi absürd bir karışım yaratırlar fakat,kızlarımızdan biri spermi getirmeyi başaramaz ve bunun için bir erkek bulmaları gerekir yoksa ruhu çağırma işlemi tamamlanamaz.

 İkinci bölümde ise,karısının onu aldattığını düşünen bir adam karısını bağlamış ve Ted'i odaya çağırmıştır.Ted den karısının onu aldattığını söylemesini ister,Adam tuvalete gittiği zaman Ted kadını kurtarmaya çalışırken komik bir pozizyonda yakalanırlar ve deli adamımız Tedden şüphelenir,önlerinde karısıyla ilişkiye girmesini ister ama tabi bu olmaz,adam en sonunda bizim bellhop u öper.Böylece kendisinin aslında bir adamla beraber olduğunu ama kadının onu aldattığını düşünmek istediğini anlar gibi oluruz.


Üçüncü odaya geldiğimiz de ise Antonio Banderas ile karşılaşırız,herzaman ki o topladığı saçları ve bıyığıyla takım elbise giymiş havalı bir babadır,ama gangster havasındadır biraz ve eşiyle bir partiye gidip yalnız kalmak istiyordur.Bunun için kızı ve oğlunu Ted'e emanet eder bahşiş verir ve partiye doğru yol alır.Benim en çok eğlendiğim bölüm bu bölümdü.Bu bölümü Tarantinonun çektiğini düşündüğüm bölümdü hatta çünkü onun ayak feşistine uygun sahneler vardı,oğlanla kız habire odadaki bir kokudan şikayetçilerdi ve ayaklarını koklayıp duruyorlardı. Ayrıca kırmızı rujla tabloya çizilen şekil ve tv de açık olan show tv deki tutti frutti tadındaki kanal küçük oğlanın sigara içmesi falan şampanyanın patlatılması gibi şeylerle beraber cinselliği temsil eden Tarantino tarzı çekimler vardı fakat üçüncü bölümü Robert Rodrigez yazmış ve çekmiş
.
Dördüncü oda ise artık filmin absürdlüğünün geldiği son noktaki zaten genel itibariyle çok hoş absürtlükler var filmde,Burdaki kadro süper,4 kişi yılbaşını kutlayacaklar,tek bir kadın var o da üçüncü odadaki kadın.kocasından bir şekilde kurtulup gelmiş buraya.Erkeklerden biri Tarantino ki son bölümün  yazarlığı ve çekimi ona ait,ardından Bruce Wills var ki bu afişteki isimler arasında bile yoktur.Ve bir kara adamımız var.Bunlar sürekli içiyorlar,tabi bunları getiren kişide bizim Ted oluyor.Hepsinin kafa güzelleşmiş.Tarantino Tedden birşey yapmasını istiyor ona 100 dolar teklif ediyor isterse alıp gidecek,ama onu 60 sn. dinlerse çok daha fazlasını kazanma şansına sahip olucak ama dinledikten sonra da cazip gelmesse gitme şansı hala var,Ted korkak,eli ayağına dolanan bir tip olsa da iş para olduğu zaman biraz durup düşünmüyor değil.Tarantino ona planını anlatıyor.Zenci arkadaşımız zippo çakmağı 10 kere üstüste yakamazsa Ted onun serçe parmağını kesicek ve 1000 dolar alıcak ama zenci arkadaşımız 10 kere yakmayı başarırsa Tarantinonun antika arabasına sahip olucak.                  
                                                                                                                                                                                
Tim Roth'a aşık biri olarak bu filmde ona ve oyunculuğuna bir kez daha tapmış vaziyetteyim,bu yıllarda şu an ki oyunculuğuna ulaşacağının sinyallerini vermiş,Ted the Bellhop karakterini sizlere anlatmayı çok isterim ama yok böyle bir karakter,sürekli bi yerleri oynuyor,sürekli bi korku,ellerin ayakların dolanma hali,surat ifadeleri,ani çıkışları ile gerçekten anlatılmaz yaşanır,Film size garip gelse bile Tim Roth'un ayakta alkışlanacak oyunculuğu için izlemenizi öneririm.